25 Mayıs 2017 Perşembe

ARCH 390 - GEZİ STAJI

13.06.2016 / 1. Gün

Dönem boyunca yürütücülüğünü İdil Erkol’un yaptığı ARCH 360 kodlu dersin finali olarak görülen gezimizin ilk gününde Leidseplein meydanında buluştuk. İlk olarak Dam Meydanı’na gittik. 

Dam Meydanı: Amstel nehri boyunca kurulu olan 13. yüzyılda inşa edilmiş ilk barajın bulunduğu yerdir.
Meydanda bulunan borsa binası ve belediye binası, 17. yy’da meydanı önemli bir nokta haline getirmiştir.

Günümüzde meydan çevresinde kafe, restoranlar ve mağazalar bulunuyor.
Dam meydanının etrafındaki yapılar: Amsterdam Kraliyet sarayı, Nieuwe Kerk adlı kilise, Madame Tussauds Müzesi ve ticari mekanlar. 




Amsterdam Kraliyet Sarayı: Binanın yapılış amacı belediye sarayı olması yönündeyken sonradan (19. yy) kraliyet sarayı haline gelmiştir ve günümüzde hala kraliyet törenlerinde kullanılan bir saraydır.
Binanın temelinin yapımında toplam 13.600 adet kazık kullanılmıştır.
1652’de çıkan büyük bir yangın sonucunda eski belediye binası yok olmuş ve yerine yeni bir belediye binası yapılmıştır. Yapılan yeni bina altın çağ karakterini yansıtacak şekilde, neoklasik / barok tarzlarda inşa edilmiştir.






Buranın ardından Oude Kerk Kilisesi’ne gittik. Oude Kerk, Amsterdam’ın en eski ve en büyük
kilisesidir. 13. yy’da ahşap strüktürle inşa edilmiştir. Günümüzdeki Gotik yapı ise 14. yüzyıldan kalmadır ve tek nefli kilisenin bazilikaya dönüştürülmesi ile oluşturulmuştur.
Bünyesinde ortaçağ ve rönesans’tan izler taşıyan bir tarza sahiptir. İçerisindeki zemin malzemeleri sokaktaki malzemelerin devamı niteliğinde yapılmıştır. Kilise’deki vitraylar 16. yy’dan kalmadır.






Oude Kerk Kilisesi’nin ardından Amstelkring Müzesi’ne gittik. 17. yy’da Katolikler dinlerini özgürce yaşayamadıkları için evlerinin üst katlarını kilise haline getirmişlerdir. Burası da bu duruma bir örnek niteliğindedir. Sosyal baskı sonucunda Amsterdam’da bu tarz ev + kilise mimarisi oluşmuştur.
 Niewmarkt Meydanı’na gittiğimizde De Waag isimli binayı inceledik. De Waaag, “weight” yani, tartı anlamına gelir. 15. yy’da şehir kapısı olarak kullanılan yapı, sonradan gemiyle gelen malların tartıldığı ve şehre dağıtıldığı bir bina haline gelmiştir. 

Buradan sonra Amsterdam’ın ünlü kanalları Singelgracht, Herrengracht, Kaisergracht, Prinsengracht’ı gezdik. Şehir dönem dönem kalabalıklaşmaya başlayınca bu kanallar sınırlarınca genişletilmiştir. Yarım halka şeklinde birbirine paralel olarak bulunan bu kanallar, kenarlarında tüccar haneleri bulundurur. 
17. yy kanal projelerinin batısında yer alan Jordaan Yahudi Mahallesi ile sınıfsal ayrımdan söz edilmeye başlanmıştır. Bu proje işçi sınıfı ve göçmenler için inşa edilmiştir. Altyapı sorunları yaşanan bölgede yollar ve binaların cepheleri dar ve sıkışıktı. 1970’lerde burada bulunan binaların çoğu yıkılmıştır ve bu bölge bohem bölgesi haline gelmiştir. Fakat bu yıkımın ardından çeşitli sanatçıların bu bölgeye taşınmasıyla bölgedeki yıkık binalar yeniden yapılmış ve bölge popüler bir hal almıştır.

14.06.2016 / 2. Gün 

İkinci günümüzde Plantage Bölgesi’yle gezimize başladık. Amsterdam, genel olarak barajların kurutulmasıyl
a toprakları genişletilmiş bir kenttir. Fakat bu genişletilen yerlerden hepsi üzerine bina yapmaya uygun hale getirilememiştir, kısacası bataklık haldedir. Bu şekilde kullanılamayan alanlar park olarak kullanılmıştır. Plantage da bu bölgelerden biridir. 
Amsterdam’ın önemli parklarından biri olan Sarphatipark’ı buradan sonra gezdik. Sarphatipark, 19. yy’da üst gelir grubunun doğaya kaçma eğilimi üzerine yapılmış merkezi bölgede yer alan parktır.  Parkın tasarımını Dr. Samuel Sarphati yapmıştır ve  parkta büstü de yer almaktadır.



De Dageraad: Amsterdam’da binalar geçmişten bugüne hep tuğladan yapılmıştır. Tuğla’nın pişirilme düzeyine göre binaların cephe renkleri değişiklik göstermiştir. Berlage planı oluşturulduktan sonra tuğlalar yardımıyla yeni cepheler yapma isteği doğmuştur. Tuğlaların açılarını değiştirerek veya köşeleri yontularak bina köşelerinde, balkonlarda veya kapı girişlerinde kıvrımlı yüzeyler kullanılmaya başlanmıştır. Genellikle yola bakan cephelerde bu tarz süslemeler kullanılmıştır. 


Sıradaki bölgemiz Woningen Bölgesi’ne gittik. Woningen, Berlage planına göre ayrılan yapı adalarına sahip bir plan düzeni olan ve her yapı adasını farklı bir mimarın yaptığı bir plandır. 
Genel olarak standart plan tipleri uygulanmıştır. Michel de Klerk isimli mimar, plan tiplerine uymuş fakat yaptığı lineer bloğun cephesinde farklı biçimler kullanmıştır. 


15.06.2016 / 3. Gün 

Gezimizin 3. gününde Leidseplein Bölgesi’nde buluştuk. Meydanın çevresindeki yapılardan biri olan Amsterdam Şehir Tiyatrosu’nu inceledik. 1700’lerde Leidseplein’a taşınan bu yapı ahşap strüktürlü ve kagir cephelidir.. 1890 yılında çıkan yangın sonrasında J.B. Springer tarafından neo-rönesans tarzında yapılmış ve bina günümüzdeki halini almıştır. Tiyatronun 1200 kişilik oditoryumu akustik sebeplerden dolayı at nalı biçiminde yapılmıştır. 





Buranın ardından tiyatronun yakınında bulunan American Hotel’i inceledik. 1900’de yapılmış olan hotel, art nouveau tarzıyla her zaman dikkat çekmiştir. Yapı 20. yy’da stilinde değişiklik yapılmadan restore edilmiştir. 
Buradan sonra müzeler bölgesi olarak bilinen Museumplein’a gittik. Verilen boş zamanda müzeleri gezdik. Eski binalar ve modern binaların bir araya geldiği bir bölge olan Museumplen bölgesi, turistler tarafından Amsterdam’da en çok dikkat çeken bölgelerden birisidir.





1800 yılında inşa edilen ve  Museumplein’daki dikkat çekici yapılardan biri olan Rijksmuseum, Cruz y Ortiz tarafından 2011 yılında restore edilmiştir. Bina gotik mimari özelliklerini ve rönesans etkilerini taşır. Yapı, konumu itibariyle de bir meydanın etrafını çevreler niteliğindedir.



Ana Bina: Müze binasının Neo-Gotik üsluptaki çatıları ve süslemeli bir şekilde dekore edilmiş ön cephesi konusunda, Protestanlar tarafından şiddetle eleştirilmiştir.
Bahçe: Heykeller ve ilgi çekici eserlerle doludur.
Atriyum: Müzenin girişi ve merkezidir. 1885 tarihli orijinal tasarıma göre restore edilen avlular bir yer altı geçidiyle birbirine bağlanır.
Mozaik Zemin: Yüz binlerce küçük mermer parçasıyla döşenen zemin simgesel figürlerle doludur.


Museumplein’daki diğer yapılardan biri olan Concertgebouw 1888 yılında inşa edilmiştir. Şehrin e
n büyük konser salonlarından biri olan yapı, akustiğiyle de dünyanın en iyi 3 konser salonundan biri sayılır. 

Neo-Rönesans yapının alınlığı ve sıra sütunlu ön cephesi binanın anıtsallığını artırır  niteliktedir. Bina günümüzde çeşitli toplantılara, sergilere, konferanslara ve siyasi toplantı gibi çeşitli organizasyonlara ev sahipliği yapmaktadır.



Museumplein’daki diğer yapılardan biri olan Van Gogh müzesi 1973 yılında yapılmıştır.
İçerisinde Van Gogh’un hayatına ve eserlerine dair birçok bilgi edinmek mümkündür.
Tasarım sırasında müzenin çevre yapılarla ilişkisi ve doğal ışıktan yararlanması konuları göz önünde bulundurulmuştur. Tasarım sürecinde geometri ve fonksiyonellik ön plana çıkarılmaya çalışılmıştır. 







16.06.2016 / 4. Gün 

Gezimizin 4. gününde ilk durağımız Science Center NEMO idi. Hollanda’nın en büyük bilim merkezi olan bina 5 katlıdır. Mimaı Renzo Piano’dur. Merkezin geçmişi 1923’lere kadar dayanmaktadır fakat 1997 yılında binanın inşası tamamlanmıştır. 




Buradan sonra ARCAM binasına gittik. 300 m2 üzerine inşa edilmiş bina toplam 3 katlıdır. İçerisinde sergi salonu, toplantı salonu gibi alanlar bulunan bina Amsterdam mimarlığı için önemli bir binadır. Trapezoidal bir forma sahip olan yapı bir pavyon olarak tasarlanmaya başlanmıştır. 



Daha sonra geçtiğimiz Amsterdam Doğu limanı Bölgesi’nde İdil Hoca bize, bu bölgede yer alan KNSM, Iowa, Borneo ve Sparengburg adalarından bahsetti.

KNSM: Büyük bloklardan oluşmaktadır. 
Iowa: Organik şehir yeridir ve kanal evleri tipolojisi görülür.
Borneo: Yüksek yoğunlukta yapılan 100 yeni avlulu kanal evinin olduğu bölgedir.
Sporengburg: Kanal evlerinin yeniden yorumlanmasıyla  bireysel yaşam tarzı başlamıştır.







Gezimiz bittikten sonra Vondelpark’a gittik. Vondelpark, Amsterdam’ın en büyük ve en popüler parkıdır. 1864 yılında bir hayırsever tarafından yaptırılan park, İngiliz tarzında düzenlenmiş, sonraki yıllarda da genişletilmiştir. İlk açıldığı dönemde şehrin kıyısında kalan park şehrin genişlemesiyle birlikte günümüzde şehrin merkezinde sayılır. 


17.06.2016 / 5. Gün

Bugün Rembrandtpark ile gezimize başladık. 1940lı yıllara kadar Amsterdam’ın batısının sınır noktasını belirler nitelikte olan bir park olan Rembrandtpark ilk zamanlarda bahçecilik için kullanılmıştır. İsmini Rembrandt van Rjin’den almıştır. Park AUP genişleme planının bir parçası olarak tasarlanmıştır. Park savaş öncesi kentin kapalı binalar ve batı banliyölerinde müstakil yapısı arasındaki yeşil bir tampon bölgedir. 2006-2007 döneminde parka büyük bir bakım yapıldı.  

Buranın ardından Osdorp Bölgesi’ne gittik. Eskiden burası bir tarım alanı iken 2. Dünya Savaşı sonrasında (1950), daha işlevselci bir düşünce içerisinde yeniden yapılandırılmaya başlanmıştır. 1921’de “East Village” olmaktan çıkıp Amsterdam’a katılmıştır. Ticarete verilen önem yerini trafiğe bırakmıştır. yapılandırma ve yollar, binaların konumlandırılması gibi şehir planlamasında dikkat edilmesi gereken önemli noktalar araç trafiğine uygun olarak tasarlanmıştır. Örneğin; Yol genişlikleri 60 m’ye kadar çıkmıştır. 


Buranın da ardından yine aynı bölgedeki Wozoco isimli yapıyı görmeye gittik. MVRDV tarafından tasarlanmıştır. Proje, Amsterdam’ın artan nüfusuna tepki olarak yaşlılar için yapılmış 100 birimlik bir yaşam ünitesi olarak
tasarlanmıştır. Yapı tasarımında ortak alanlara ve yeşil alanlara önem verilmiştir. Binadan çıkan konsolların uzunluğu bazı yerlerde 40 m’yi bulabilmektedir. İhtiyaca göre betonarme ve çelik kullanılmıştır. 


Wozoco’nun ardından Usbaanpad Bölgesi’ndeki Orphanage projesine gittik. Proje, 1960 yılında yapılmıştır. Strüktüralizm akımının etkisi görülmektedir. Mekan hiyerarşisine dikkat edilen yapıda yetimhanedeki çocuklara bir ev verilmesi amaçlanmıştır. Birbirine dik gridden üzerine inşa edilmiş 328 birimden oluşmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder